Deyimler-1
1-2-3-4-5-6-7-8-9-SoN
“A” Harfiyle Başlayan Deyimler
“Armudun sapı, üzümün çöpü var” demek:Her şeye kusur bulup hiçbir şeyi beğenmemek.
“Aşağı koysam pas olur, yukarı koysam is olur.”demek: Çeşitli davranış yollarının hepsinde sakınca gören bir titizliği bulunmak.
A’dan Z’ye kadar: Baştan aşağı
Aba altından değnek göstermek: Sakin, yumuşak görünmekle birlikte karşısındakini gizliden gizliye korkutmak.
Abacı, kebeci, ara yerde sen neci?: “Tamam, ilgililer bu işe karışabilirler, ama sen neci oluyorsun” anlamında kullanılır.
Abayı sermek: Bir yere izin almaksızın yerleşmek.
Abayı yakmak: Gönül verip âşık olmak, tutulmak.
Abbas yolcu: 1. Yola çıkmaya kesin kararlı.”Abbas yolcu! Daha fazla oyalamayın.” 2. Ölmek üzere (olan).
Abdal dili dökmek: Birinden yardakçıların diliyle bir şey istemek. Böyle yaparak birisine yaranmaya çalışmak.
Abdestinden şüphesi olmamak: Kötü bir iş yapmadığına inançlı, kendine güveni tam olmak.
Abdestsiz yere basmamak: Çok dindar, dinin buyruklarına çok bağlı olmak.
Abesle iştigal etmek: Yersiz, yararsız, boş ve anlamsız şeylerle vakit geçirmek.
Abuk sabuk konuşmak: Düşünmeden, birbiriyle ilgisi olmayan, tutarsız, saçma sapan söz söylemek.
Abur cubur: Yararlı olup olmadığı düşünülmeksizin rast gele yenen, yemek yerini tutmayan yiyecekler.
Aceleye gelmek: Bir şeyi, zaman yetersizliğinden ötürü gerektiği gibi yapamamak.
Aceleye getirmek (dara getirmek): 1. Bir işi gerektiği gibi yapmayıp, zaman darlığından yararlanarak birini aldatmak. 2. Zaman darlığı sebebiyle gereken özeni göstermemek.
Acemi çaylak: Toy, tecrübesiz, beceriksiz.
Acı çekmek (duymak): 1. Ağrı, sızı duymak. “Kazadan sonra çok acı çekti.” 2. Üzülmek, üzüntü içinde kalmak.
Acı soğuk: Çok üşütücü, etkili soğuk.
Acısı içine (yüreğine) çökmek (işlemek): Bir şeyin verdiği acı, üzüntü benliğinde derin iz bırakmak.
Acısını çekmek: Yapılan yanlış bir işin doğurduğu sıkıntı ve üzüntüyü yaşamak.
Acısını çıkarmak: 1. Acılığını yok etmek. 2. Önceden uğradığı maddî ve manevî zararı sonradan gidermek. 3. Öç almak.
Acı soğuk: Keskin, hoşa gitmeyen, çok üşütücü soğuk.
Acı çekmek:Uzun süre acı ve üzüntü içinde bulunmak.
Acı söz: İnsanı gönlünü inciten, onuruna dokunan ağır söz.
Acından ölmek: Aşırı derecede yoksul olmak.
Acısı içine çökmek: Bir olayın yol açtığı üzüntü,benliğinde derin iz bırakmak.
Acısını çekmek: Yanlış yapılan bir işin doğurduğu sıkıntı ve üzüntü içinde bulunmak.
Acısını çıkartmak: 1. Gördüğü maddi ve manevi zararı karşılayacak bir iş yapmak.2. Öç almak.
Aç acına: Aç olarak, hiçbir şey yemeden.
Aç karnına: Mide boşken, bir şey yememiş olarak.
Aç susuz kalmak: Çok yoksul duruma düşmek.
Açığa çıkarılmak (alınmak): İşinden çıkarılmak, görevine son verilmek.
Açığa vurmak: Gizli, saklı bir şeyi herkese duyurmak, ortaya çıkarmak.
Açığı çıkmak: Saklamakla görevli bulunduğu para, eşya veya başka bir şeyin sayım sonucu eksik olduğu anlaşılmak.
Açığını bulmak: Herhangi bir işteki eksiği, hileyi veya zararı ortaya çıkarmak.
Açık alınla: Başarı, şeref, övünç ve dürüstlükle.
Açık bono vermek: Bir kimseye sınırsız, istediği gibi davranma yetkisi tanımak.
Açık fikirli: Olayları, gelişmeleri, yenilikleri iyi anlayıp gereği gibi karşılayan; düşündüğünü olduğu gibi söyleyebilen kimse.
Açık kalpli (yürekli): Samimî, içi temiz, içi dışı bir olan kimse.
Açık kapı bırakmak: Gerektiğinde bir konuya yeniden dönebilme imkânı bırakmak, kesip atmamak, ileriyi düşünerek ılımlı davranmak.
Açık kart vermek: işleri kendi adına yürütmesi için birine tam yetki vermek.
Açık konuşmak: Gerçeği sakınmadan, çekinmeden söylemek.
Açık olmak: İçten ve açık kalpli olmak.
Açık oturum: Bir konunun herkes tarafından izlenebilecek biçimde birkaç kişi arasında tartışıldığı toplantı.
Açık saçık: Göreneğe, terbiyeye aykırı derecede açık (söz, davranış, elbise).
Açık seçik: Çok açık, çok belirgin, ayrıntılarına kadar görülebilen.
Açıkta kalmak (olmak): 1. İş ve görev bulamamak. 2. Yersiz yurtsuz kalmak. 3. kimilerinin elde ettikleri bir yarardan mahrum olmak.
Açıktan kazanmak: Ortaya hiçbir emek ve sermaye koymadan gelir elde etmek, para kazanmak.
Açık vermek: 1. Geliri, giderini karşılamamak. 2. Ortaya çıkmaması gereken şeyi farkında olmadan belli etmek.
Açık yürekli: Düşündüğünü olduğu gibi söyleyen, gizli yönü olmayan, içi temiz kişi.
Açılıp saçılmak: Alışılandan çok açık giyinmeye başlamak, oldukça kapalı giyinmişken, giysilerini çıkarıp açık saçık duruma gelmek.
Açlıktan göbeğine taş bağlamak: Aç ve çaresiz durumda olmak.
Açlıktan köpük kusmak: Açlıktan ölecek duruma gelmek.
Açlıktan nefesi kokmak: 1. Çok fazla yoksulluk içinde bulunmak. 2. Uzun zaman bir şey yemediği anlaşılmak.
Açmaza düşmek: İçinden çıkılması oldukça güç bir durumda kalmak.
Açmaza getirmek: Birini içinden çıkamayacağı bir duruma düşürmek.
Aç susuz kalmak: Çok yoksul bir duruma düşmek, fakirlikten yaşayamaz hâle gelmek.
Açtı ağzını yumdu gözünü: Kızarak çok ağır şeyler söylemek.
Ad almak: Ün kazanmak.
Ad takmak: bir kişiye, dikkati çeken durumuna, niteliğine uygun bir ad vermek.
Adam kıtlığında: İşe yarar kimse bulunmadığı veya az bulunduğu yerde ve zamanda.
Adam sırasına geçmek: Önceleri toplumda önemli bir yeri yokken artık kendisine değer ve önem verilir kişi olmak.
Adama dönmek: Hoşa giden bir duruma gelmek, düzelmek.
Adamdan saymak: Değeri olmadığı hâlde bir kimseye kıymet vermek, saygı duymak.
Adam etmek: 1. Eğitmek, yetiştirmek, belli bir seviyeye getirmek. 2. Tamir edip kullanılır hâle getirmek, bir yeri düzene sokmak.
Adam evladı: İyi bir ailenin iyi yetiştirilmiş; özü, sözü doğru çocuğu.
Adam içine çıkmak: Topluluğa karışmak, eşe dosta gitmek, değerli insanların bulunduğu yerlerde olmak ve onlarla görüşmek.
Adam olmak: 1. Yetişip büyümek, gelişmek, iş güç sahibi olmak. 2. Onarılıp işe yarar hâle gelmek.
Adam (insan) sarrafı: Tecrübesi sayesinde insanların iyisini kötüsünü çabuk anlayacak duruma gelmiş kimse.
Adam sen de (adaaaam!): Bir işin önemli olmadığını, aldırılmaması gerektiğini anlatmak için söylenir.
Adam sırasına geçmek (girmek): Toplumda kendisine daha önce değer verilmezken, artık kendisine önem ve değer verilir olmak.
Adama dönmek: Kötüyken, iyi, beğenilir bir duruma gelmek.
Adamına düşmek: Yapılacak, yürütülecek bir iş, güzel bir rastlantıya iyi bir adama, uzmanına verilmiş olmak.
Adamlık sen de kalsın: 1. Bu işi nasılsa sana yaptıracaklar.Bunu kendiliğinde yap da onurunu koru. 2. O, sana kötülük yaptı, ama sen ona iyilik yap.
A`dan Z`ye kadar: Bütünüyle, baştan aşağı.
Adet görmek: ( Kadınlarda) Aybaşı olmak, ya da ayda bir döl yatağından kan gelmesi.
Adet yerini bulsun diye: gerekli olduğuna inandığı için değil, herkes öyle yaptığı için ya da yapıldı denilsin diye.
Adı ata bindi, ayağı yerde gezer: Durumu sözde iyileşti, ama eskisi gibi yoksul yaşamı sürüyor.
Adı batmak: Adı anılmaz olmak, unutulmak, sözü edilmez olmak.
Adı çıkmak: Kötü bir şöhret kazanmak.
Adı çıkmış dokuza, inmez sekize: Adı iyiye ya da kötüye çıkmış bir kez; artık bu genel kanı kolay kolay değişmez.
Adı kalmak: Bir kimse veya şey ortadan kalktıktan, öldükten sonra adı dillerde dolaşır olmak.
Adı karışmak: İyi karşılanmayan bir olayla ilgisinin bulunduğu, o olaya karıştığı söylenmek.
Adı kulağına değmek: Ünü çok yayılmış olmak.
Adım atmamak: Kesinlikle gitmemek, uğramamak, aramamak.
Adım başına: Birbirine yakın yerlerde.
Adımını adımından şaşırmamak: İş yaparken, bir yere giderken çok yavaş ve ağır hareket etmek.
Adı batmak: Unutulmak, adı anılmaz olmak.
Adı çıkmak: 1.Pek haklı olmadığı halde ün kazanmak. 2.Namusça lekeli biri olarak bilinmek.
Adı gibi bilmek: Çok iyi bilmek, kesin olarak bilmek.
Adı kalmak: Kendisi yok olduktan sonra adı anılmak.
Adı sanı belirsiz: 1. Nerede olduğunu, ne olduğunu bilen yok. 2. Kimin nesi olduğunu bilen yok.
Adım adım yer edeyim, gör sana neler edeyim: Ne yapacağımı sezdirmeden, yavaş yavaş senin bulunduğun yere bir yerleşeyim.Ondan sonra sana ne yapacağımı ben bilirim.
Adım atmamak: Kesinlikle gitmemek.
Adımını denk almak: Kötü bir duruma ya da birinin tuzağına düşme olasılığına karşı davranışlarında dikkatli bulunmak.
Adını anmamak: Bir şeyden, bir kimseden hiç söz etmemek; unutmuş görünmek.
Adını koymak: 1. İsim vermek. 2. Bir şeyin karşılığını veya fiyatını kararlaştırmak.
Adını vermek: 1. Birinin adını bildirmek. 2. Biri tarafından salık verildiğini gönderildiği kimseye söylemek.
Adlı adıyla: Herkesin bildiği açık adıyla.
Aforoz etmek: 1. Kilise birliğinden çıkarmak. 2. Birini yakını olmaktan çıkarmak, ilgiyi kesip uzaklaştırmak, ilişkileri tamamen koparmak.
Ağa diyeyim sana, yağın bulaşsın bana: Sana yardakçılık edeyim ki, beni görüp gözetesin.
Ağaca çıksa papucu yerde kalmamak: Her işi yolunda olmak, davranışları için bir engel bulunmamak.
Ağır aksak: Pek yavaş olarak, düzgün olmayarak.
Ağır basmak: 1. Ağırlığı fazla gelmek. 2. Bir işte etkili olmak, gücü üstün gelmek, istediğini yaptırmak.
Ağır başlı: Ciddî, olgun, hareketlerinde ölçülü, işlerini düşüne taşına yapan kimse.
Ağır canlı: Çok yavaş iş yapan, uyuşuk.
Ağır gelmek: Yapılan bir hakaret ya da sözden dolayı gücüne gitmek, onuruna dokunmak.
Ağır oturmak: Her işe atılmamak, uslu durmak.
Ağır top: Birbirine karşı olan iki topluluğun her birindeki en güçlü kişi.
Ağırdan almak: Bir işi yapmakta acele etmemek, yavaş davranmak, isteksiz görünmek.
Ağır elli: 1. Oldukça yavaş iş yapan, çabuk yapmayan. 2. Vurduğu zaman çok acıtıp can yakan.
Ağır hastalık: Sonu ölümle neticelenebilecek gibi olan tehlikeli hastalık.
Ağır söz: Kişinin gönlünü inciten, gücüne giden, onuruna dokunan, dayanılması güç söz.
Ağırlığınca altın etmek: Çok değerli olmak.
Ağırlığını koymak: Etkin olan gücünü kullanmak.
Ağırlık basmak: Beden gevşeyip uykusu gelmek.
Ağız açmamak: Hiçbir şey söylememek.
Ağız açtırmamak: Çok konuşarak başkasının konuşmasına olanak vermemek.
Ağız aramak (veya yoklamak): Öğrenilmek istenilen şeyi söyletecek yolda dil kullanmak.
Ağız (söz) birliği etmek: Daha önce bir konuda anlaşarak aynı şeyi yapmak ya da söylemek.
Ağız burun birbirine karışmak: Yorgunluk, kavga, öfke gibi nedenlerle yüzün çizgileri değişik biçim almak.
Ağız dalaşı: Sözlü yapılan kavga, bağrışma.
Ağız dolusu: Birbiri ardınca söylenen kötü söz.
Ağız değiştirmek: Daha önce söylediğinin tersini söylemeye başlamak.
Ağız, dil vermemek: 1. Söz söyleyemeyecek kadar hasta olmak. 2. Herhangi bir sebeple hiç konuşmamak, susmak.
Ağız eğmek: Yalvarmak, hiç de lâyık olmayan birine yüz suyu dökmek.
Ağız kalabalığı: Birbirini tutmayan, gereksiz, konu dışı sözler.
Ağız kalabalığına getirmek: Birini gereksiz sözler söyleyip çok konuşmak yolu ile şaşırtmak, dikkatini dağıtıp aldatmak.
Ağız kavafı: Karşısındakini ikna etmek için diller döken, çok konuşan, gerekli gereksiz söz söyleyen kimse.
Ağız satmak: Yapamayacağı bir işi yapacakmış gibi konuşmak.
Ağız tadı: Bir topluluk içinde dirlik, düzenlik, iyi geçinme.
Ağız tadıyla: 1. Tadını duyarak. 2. Dirlik, düzenlik, rahatlık içinde.
Ağız tamburası çalmak: 1. Sözle oyalamaya çalışmak. 2. Soğuktan çenesi titreyerek birbirine vurmak.
Ağız tatsızlığı: Bir toplum içindeki düzensizlik.
Ağız yapmak: Birini aldatma, yanıltma, oyalama amacıyla duygularını, düşüncelerini olduğundan başka türlü gösterecek biçimde konuşmak.
Ağız yaymak: Kesin ve doğru konuşmaktan kaçınmak.
Ağız dil vermemek: Hasta, çok ağırlaşarakbir şey söyleyemez duruma gelmek.
Ağızda sakız gibi çiğnemek: Bir düşünceyi, bir sözü tekrar edip durmak.
Ağızdan ağza: Birisi ötekine, o da başkasına söyleyerek.
Ağızdan laf (söz) çekme(çalmak): Bir kişinin bildiği şeyleri ustalıklı konuşmalarda ona sezdirmeden öğrenmek.
Ağızlara sakız olmak: Olağanüstü bir durumdan dolayı herkesin konuştuğu kişi olmak.
Ağızları uymak: Doğru olduğundan kuşku duyulan bir konuda birkaç kişinin söylediklerinin uyuşması.
Ağzı açık ayran delisi: Yeni gördüğü her şeye alık alık bakan, anlamsız bir hayranlıkla seyredip şaşıran.
Ağzı (bir karış) açık kalmak: Çok şaşırmak, şaşakalmak.
Ağzı kalabalık: Çok ve manasız, saçma sapan, tutarsız sözler söyleyen.
Ağzı kulaklarına varmak: Çok sevinmek, sevindiği her hâlinden belli olmak.
Ağzı laf yapmak: Güzel, inandırıcı söz söyleme yeteneği olmak.
Ağzına (veya ağzının içine) bakmak: 1. Ne diyeceğini beklemek. 2. Onun sözüne göre hareket etmek.
Ağzına baktırmak: Etkili, güzel konuşarak kendini zevk ile dinletmek, dinleyenleri kendisine hayran etmek.
Ağzına bir parmak bal çalmak: Amacına ulaşmak için birini tatlı sözlerle bir süre oyalamak, kandırmak; umut verip ikna ederek işini yaptırmak.
Ağzına girmek: Dinlenirken konuşana doğru oldukça fazla yaklaşmak.
Ağzına lâyık: Bir yiyeceğin tadı anlatılırken kullanılır, çok lezzetli yiyecek anlamında.
Ağzında bakla ıslanmamak: Sır saklamayı becerememek, sırrı hemen açığa vurmak.
Ağzında gevelemek: Açık olarak söylememek, belirli konuşmamak.
Ağzından bal akmak: Çok tatlı, hoşa gider biçimde konuşmak.
Ağzından çıkanı kulağı işitmemek: Sözlerini tartmadan, düşünmeden, öfke içinde, nere varacağını hesaplamadan konuşmak.
Ağzından düşürmemek: Bir kimseden veya bir şeyden her zaman söz etmek.
Ağzından girip burnundan çıkmak: Çeşitli yollara başvurarak birini bir şeye razı etmek; veya kandırmak.
Ağzından kaçırmak: Söylemek istemediği bir şeyi, boş bulunup söyleyivermek.
Ağzından laf almak (çekmek): Bir kimseyi değişik yollarla ve ustalıkla konuşturup birtakım gizli şeyleri öğrenmek.
Ağzından yel alsın: Olumsuz, kötü şeylerden bahsedenlere karşı “ağzını hayra aç” anlamında söylenir.
Ağzını açıp gözünü yummak: Kızgınlık ile sonunu düşünmeden ağzına gelen kötü sözleri söylemek, karşısındakine hakaret etmek.
Ağzını aramak: Karşısındakini kurnazca konuşturarak ağzından söz almak, istediğini öğrenmek.
Ağzını bıçak açmamak: Kırgınlıktan, üzüntüden ya da herhangi bir sebepten ötürü söz söyleyecek durumda olmamak.
Ağzını havaya (poyraza) açmak: Umduğunu elde edememek, fırsatı kaçırdıktan sonra boş yere beklemek.
Ağzını kapamak: 1. Susmak. 2. Çıkarının elden gideceğini düşünerek birinin konuşmasını önlemek.
Ağzının içine bakmak: Konuşan bir kimseyi seve seve ve dikkatlice dinlemek.
Ağzının kokusunu çekmek: Bir kimsenin dayanılmaz, çekilmez tutum ve davranışlarına katlanmak.
Ağzını öpeyim (seveyim): Sevindirici bir söz söyleyene “ne güzel, hoş söyledin” anlamında kullanılır.
Ağzının payını vermek: Sert söz ve davranışlarla karşılık vererek bir kimseyi yaptığına pişman etmek.
Ağzının suyu akmak: Çok beğenip isteyecek duruma gelmek, imrenmek.
Ağzının tadı kaçmak:Rahatı kaçmak, huzurunu kaybetmek, bir kimsenin kurulu dirliği, düzenliği bozulmak.
Ağzının tadını bilmek: 1. Güzel yemeklerden anlamak. 2. Bir şeyin güzelini, iyisini bilmek, anlamak.”Şunlardaki güzelliğe bak, ağzının tadını da biliyorsun hani.”
Ağzı sulanmak: İmrenmek.
Ağzı süt kokmak: Çok genç, toy ve tecrübesiz olmak.
Ağzı var dili yok: 1. Oldukça sessiz, sakin, kendi hâlinde. 2. Konuşmayıp susan, derdini anlatmayan.
Ağzıyla kuş tutsa…: “Ne kadar çaba gösterse, ne yapsa da” anlamında kullanılır.
Ah almak: Birinin bedduasını üstüne çekmek.
Ahı çıkmak: Eziyete uğrayan bir kimsenin yaptığı bedduanın etkisini göstermesi.
Ahı tutmak: Zulüm görenin bedduasının yerini bulup gerçekleşmesi.
Ahı yerde kalmamak: Yaptığı ilenme (beddua) er geç etkisini göstermek.
Ahkâm çıkarmak: Kendi düşüncelerine dayanarak birtakım yargılara varmak.
Ahmak ıslatan: İnce ince yağan yağmur, çisenti.
Ahret kardeşi: Dünya ve ahiret işlerinde birbirlerinden ayrılmayan kimseler; kan bağı olmaksızın manevî olarak kurulan kardeşlik.
Ahrette on parmağı yakasında olmak: Haksızlığa uğrayışını bu dünyada önleyip hakkını alamayanın, öte dünyada (ahrette) kendisine sorumlu olan kimseden davacı olması.
Akan sular durmak: Artık itiraz edilebilecek, karşı durulacak bir nokta kalmamak.
Akıl defteri: Hatırlanıp yapılması gereken şeylerin yazıldığı küçük defter, muhtıra defteri, ajanda.
Akıl etmek: Herhangi bir önlem ve çareyi zamanında düşünmek, vaktinde hatırlamak.
Akıl hocası: 1. Birine yol gösteren, akıl öğreten kimse. 2. Herkese akıl öğretmeye meraklı kimse.
Akıl kârı olmamak: Akıllı, dengeli ve ölçülü bir kişinin yapacağı iş olmamak.
Akıl kutusu (kumkuması): Çok zeki, akıllı kimse; bilgiç.
Akıllara durgunluk vermek: Çok şaşılacak bir şey olmak.
Akıllı uslu: Dengeli, yaramazlık etmeyen, ölçüsüz ve taşkın davranışlarda bulunmayan.
Akıl öğretmek (vermek): Herhangi bir konuda yol gösterip tavsiyede bulunmak, bilgi vermek.
Akıl sır ermemek: Bir işin gizli yönlerini, niteliğini, asıl sebebini anlayamamak.
Akıntıya kürek çekmek: Olmayacak, gerçekleşmeyecek bir iş uğrunda boşuna çaba sarf etmek.
Akla karayı seçmek: Bir işi başarmak uğrunda çok yorulmak, sonuca kadar çok zahmet çekmek.
Aklı almamak: 1. Akla uygun gelmemek, inanılacak gibi olmamak. 2. Anlamamak.
Aklı başına gelmek: 1. Zarar gördüğü işlerden uslanıp akıllıca davranmak. 2. Baygınlıktan ayılmak, kendine gelmek.
Aklı başından gitmek: 1. Çok korkudan veya çok sevinçten ne yapacağını şaşırmak. 2. Kafası çok yorulmuş olduğundan iyi düşünememek.
Aklı başında olmamak: 1. İyi düşünebilir durumda olmamak. 2. Bayılmak, kendisinden geçmek.
Aklı çıkmak: Titizlikle üzerinde durmak, çok korku geçirmek, çok korkmak.
Aklı durmak: Şaşırmak, düşünemez bir hâle gelmek.”Resmi öyle güzel yapmış ki görsen aklın durur.”
Aklı karışmak: Ne yapacağını bilememek, bocalamak, şaşırmak.
Aklı kesmek: Bir şeyin olabileceğine, bir şeyi yapabileceğine inanmak.
Aklına düşmek: 1. Hatırlamak. 2. Kafasında bir düşünce doğmak.
Aklına esmek: Daha önce düşünmemiş olduğu şeyi birden yapmaya karar vermek.
Aklına gelen başına gelmek: Olmasından korktuğu şeyin zarar verici etkisine uğramak.
Aklına gelmek: 1. Hatırlamak. 2. Bir şeyi yapmayı düşünmek, tasarlamak.
Aklına koymak: 1. Bir şeyi yapmaya kesin olarak karar vermek.2. Bir fikri başkasına aşılamak.
Aklına (aklını) takmak: Bir şeyi devamlı olarak düşünmek, bir fikre sürekli olarak zihninde yer vermek ve zihni onunla meşgul etmek.
Aklına yer etmek: Uygun bulduğu bir düşünce kafasına yerleşmek.
1-2-3-4-5-6-7-8-9-SoN