Sende Aktif ol Sende Dunya OL Sende Aktif-Dunya Gibi OL

Deyimler-5

1-2-3-4-5-6-7-8-9-SoN

“E” Harfiyle Başlayan Deyimler                                  

Ecel aman verirse: Ölmezsem, ömür yeterse.

Ecel teri dökmek: Çok korkmak, heyecan içinde bulunup terlemek, korku ve bunalım içinde olmak.

Eceli gelmek: Ölmek, sonu gelmek, yok oluş vakti gelmek.

Eceline susamak: Ölümüne yol açacak kadar tehlikeli işlere girişmek.

Eciş bücüş: Çarpuk çurpuk, eğri büğrü, düzgün yanı olmayan, çirkin bir biçim almış bulunan.

Edebiyat yapmak: Bir işe yaramayan, konuyu açıklamaya yetmeyen, gerçeği yansıtmayan süslü, parlak ve gereksiz sözler söylemek.

Efkâr dağıtmak: Sıkıntıyı gidermek, üzüntüyü yok etmeye çalışmak.

Eğri (gözle) bakmak: Kötü düşünce besleyerek bakmak.

Ekmeğinden etmek: İşinden çıkarmak veya atmak.

Ekmeğine yağ sürmek: Birinin yararına göre eylemde bulunmak, istemese de birinin işine yarayacak biçimde hareket etmek.

Ekmeğini kazanmak: Geçimini temin edecek, ihtiyaçlarını karşılayacak parayı kazanmak.

Ekmeğini taştan çıkarmak: En zor işleri bile yapıp geçimini sağlayacak beceriklikte olmak, her türlü işi yapmak.

Ekmek elden su gölden: Kendisi kazanmayıp başkalarının kazancı ile geçinen kimselerin durumunu anlatmak için kullanılır.

Ekmek kapısı: Çalışıp para kazanılan, geçim sağlayan iş yeri.

Ekmek parası: Kazanç, geçinmek için kazanılan para.

Eksik gedik: Ufak tefek ihtiyaçlar.

Ekşi yüz: Somurtkan, asık yüz.

El açmak: 1. Dilenmek. 2. Başkasının yardımını almak için yalvarmak.

El altından: Kimsenin haberi olmadan, gizlice.

El atmak: 1. Bir işe girişmek. 2. Birisinin işine karışmak.

El ayak çekilmek: Ortalıkta kimse kalmamak, ıssızlaşıp sessizleşmek.

El basmak: Yemin etmek, kutsal bir şey üzerine el koyarak ant içmek.

El çabukluğu: 1. Bir işi çok çabuk yapabilme ustalığı. 2. Hilesini kimseye sezdirmeyecek biçimde yapabilme.

Elde avuçta bir şey kalmamak: Parasını, malını, tüm varlığını harcayıp bitirmiş olmak.

Elde etmek: 1. Bir şeye sahip olmak. 2. Bir kimseyi kendi yanına çekmek.

Elde kalmak: 1. Bir malın satılmayıp geride kalan kısmı. 2. Harcanandan arta kalmış olmak.

Elden ayaktan düşmek (veya kesilmek): Yaşlılık, hastalık sebebiyle iş yapamaz, yürüyemez, kendi işini göremez duruma gelmek.

Elden çıkmak: Malı olmaktan çıkmak.

Elden düşme: Az kullanılmış.

Elden ele dolaşmak: Pek çok kişi tarafından kullanılmak, bir çok sahip eline geçmek.

Elden geçirmek: Eksiklikleri düzeltmek, onarmak; denetlemek için pek çok şeyi ele alıp yoklamak, gözden geçirmek.

Elden gitmek: Bir şeyi yitirmek, ondan yoksun kalmak.

Ele almak: 1. Bir şey üzerinde çalışmaya başlamış olmak. 2. İncelemek, araştırmak veya tenkit etmek.

Ele avuca sığmamak: 1. Şımarık davranmak. 2. Söz dinlememek, kural tanımamak, zapt edilememek.

Ele geçirmek: Sahip olmak, kaçan bir kimseyi yakalamak.

El elde baş başta: 1. Masrafla para birbirine denk geldi. 2. Yapılan işin sonunda ne kâr ne de zarar edildi.

Elekten geçirmek: Titizlikle seçmek; iyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı birbirinden ayırmak.

El ele vermek: Güçleri birleştirip işbirliği yapmak, yardımlaşmak.

El emeği: 1. Elle yapılan işe harcanan emek. 2. Elle yapılan çalışmanın karşılığı.

Ele vermek: Bulunduğu yeri haber vererek suçluyu yakalatmak.

Eli açık: Cömert, çok para harcayan, sakınmadan para verebilen.

Eli ağır: 1. Oldukça yavaş iş yapan. 2. Vurunca çok acıtan.

Eli altında olmak: 1. İstediği anda ele alıp kullanabileceği bir yerde bulunmak. 2. Buyruğunda olmak.

Eli ayağı buz kesilmek: 1. Korku, heyecan ve üzüntüden ne yapacağını bilemez duruma gelmek, donup kalmak. 2. Çok üşümek.

Eli ayağı tutmak: İş yapabilecek güçte olmak, bedenî gücü var olmak.

Eli bayraklı: Kavgacı, şirret, edepsiz.

Eli bol: Cömert, esirgemeyen, çok para ve eşyası olan.

Eli boş dönmek: Umduğunu alamadan geri dönmek.

Eli böğründe kalmak: Çaresiz kalmak, bir şey yapamaz duruma gelmek, başarısızlığa uğramak.

Eli cebine gitmemek (veya varmamak): Cimri olmak, para harcamaya kıyamamak.

Eli çabuk: Süratli iş gören.

Eli darda: Geçimi için para sıkıntısı çeken.

Eli değmemek: Bir işi yapmaya zaman bulamamak.

Elifi görse mertek sanır: Cahil, okuması yazması yoktur.

Eli hafif: İncitmeden, can yakmadan iş gören.

Eli kalem tutmak: 1. Yazı yazmayı bilmek. 2. Düşüncelerini derli toplu güzel bir ifade ile yazabilmek.

Elinden iş çıkmamak: Çabuk iş yapamamak.

Elinden tutmak: 1. Destek olmak, ilerlemesi için yardımda bulunmak. 2. Yürümesine, kalkmasına, inmesine, çıkmasına yardım etmek.

Eline düşmek: 1. Birine muhtaç olmak. 2. Yakalanmak. 3. Düşmanın ya da kendisine hıncı bulunan birinin hâkimiyetinde kalmak.

Eline su dökemez: Sözü edilen kişi, değerce ondan çok geride.

Elini çabuk tutmak: Hızlı davranmak, acele etmek.

Elini kana bulamak: Birini öldürmek veya yaralamak.

Elini kolunu sallaya sallaya gelmek: Bir işten sonuç almaksızın dönmek, gelirken hiçbir armağan getirmemek.

Elini kolunu sallaya sallaya gezmek: Pervasızca, çekinmeden, kimseden korkmadan dolaşmak.

Elinin hamuruyla erkek işine karışmak: Anlamadığı, bilmediği, beceremediği işleri yapmaya kalkışmak (kadınlar için).

Elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak: Çok nazlı olmak, evde hiçbir iş yapmamak, zor işlerden kaçınmak.

Eli sıkı: Kolay para harcamayan, cimri, çok tutumlu.

Eli uzun: Hırsız, fırsat buldukça bir şeyler aşırmaktan geri kalmayan.

Eli varmamak: Bir işi yapmaya gönlü razı olmamak.

Eli yatmak: Bir işe eli alışkın olmak, bir işi yapabilecek el becerisi bulunmak.

Eliyle koymuş gibi bulmak: Aradığı şeyi söylenen yerde çok kolay bulmak.

El kadar: Küçük, küçücük.

El kaldırmak: 1. Kendisinden büyüğe vurmak için elini kaldırmak. 2. Bir şey söylemek istediğini, oy verdiğini elini kaldırarak belirtmek.

El kapısı: 1. Bir kızın gelin gittiği ev. 2. Yabancıların memleketi, evi, yurdu.

El koymak: 1. Bir meselenin yetkili organlarca incelenmeye başlaması. 2. Buyruğu altına almak, hükümetçe uygun görülen mal, arazi ve kuruluşa hâkim olmak.

Elle tutulur gözle görülür: Çok açık, gizli bir tarafı yok.

El oğlu: 1. Yabancı. 2. Damat.

El sürmemek: 1. Dokunmamak, hiç değmemek. 2. Yapımına başlamamak.

El uzatmak: 1. Birine yardım etmek. 2. Dokunmaya, almaya çalışmak.

El üstünde tutulmak: Çok değer verilip sevilmek, kendisine büyük ölçüde saygı gösterilmek.

El yordamıyla: Tahminlerine, sezgilerine dayanıp elle yoklayarak.

Emeği geçmek: Bir şeyin yapılmasında kendisinin de katkısı bulunmak.

Emek vermek: Bir şeyin meydana gelmesi için özenle ve çok çalışmak.

Emir kulu: Kendisine emredilen işi yapmak zorunda olan kimse.

Eninde sonunda: Nihayet, en sonunda.

Enine boyuna: 1. Her yönü ile, eksiksiz, bütün ihtimalleri göz önünde tutarak. 2. İri yarı, gösterişli (adam).

Ensesi kalın: Parası çok, varlıklı, sözü geçer, ödeme gücü yüksek (kimse).

Ensesinde boza pişirmek: Sıkıştırıp tedirgin etmek, eziyet etmek.

Ensesine yapışmak: Yakalamak.

Ense yapmak: Yemek, içmek ve keyfine bakmak, hiç iş yapmamak.

Er geç: Ne zaman olsa, mutlaka.

Esamisi okunmamak: Adı anılmamak, değer verilmemek.

Es geçmek: Dikkate almamak, sözleri arasında o konuya dokunmamak.

Esip savurmak: Bağırıp çağırmak, öfke ile atıp tutmak.

Eski çamlar bardak oldu: Devir değişti, eski durumların, tutumların bir önemi kalmadı.

Eski defterleri karıştırmak: Eski olayları, işleri bir çıkar umuduyla tekrar ele almak, yeniden gündeme getirmek.

Eski hamam eski tas: Hiçbir şey değişmemiş, eski durumda kalmış.

Eski kafalı: Yeniliğe açık olmayan, yaşayış ve düşünce itibariyle eskiye bağlı.

Eski kurt: Tecrübeli, görmüş ve geçirmiş, mesleğini iyi bilen, hileyi ve düzeni deneyimi sayesinde hemen anlayan.

Eski toprak: Yaşlılığına rağmen dinçliğini, dayanıklılığını hâlâ sürdüren, gücünü kaybetmemiş kimse.

Eşeğini sağlam kazığa bağlamak: İşini güvenli kılacak önlemler almak.

Eşek kadar: Büyük, iri; aşırı derecede gelişmiş.

Eşek sudan gelinceye kadar dövmek: Adamakıllı, çok ve iyi dövmek.

Eşek şakası: Ağır, hoşa gitmeyen, incitici, kaba şaka.

Eşiğine yüz sürmek: Bir isteğinin yerine getirilmesi için bir kimseye yalvarmak, önünde eğilmek.

Eşiğini aşındırmak: Bir işi yaptırmak, gördürmek için bir yere çok gidip gelmek.

Eşref saat: 1. İş görecek kimsenin uysal davranacağı, aksilik çıkarmayacağı zaman. 2. Bir işin olumlu yola girmesi için en uygun zaman.

Eteği ayağına dolaşmak: Telâş, korku ve heyecandan yürüyüşünü ve yapacağı işi şaşırmak.

Eteğine yapışmak: 1. Bir kimsenin manevî desteğini istemek. 2. Varlıklı, sözü geçer bir kimseden yardım ve himaye istemek.

Etekleri tutuşmak: Çok telâşlanmak, heyecanlanmak.

Etekleri zil çalmak: Çok sevinmek, işler yolunda olmak.

Etek öpmek: Yaltaklanmak, dalkavukluk etmek; birine yaranmak için katına çıkıp o kimsenin eteğini öpme davranışı içinde olmak.

Eti ne butu ne?: 1. İmkânları, parası az. 2. Çelimsiz, zayıf, küçük.

Eti senin kemiği benim: Çocuk velilerinin öğretmene ya da ustaya çocuğun eğitiminde kendine tam yetki verdiğini anlatmak için söylenir.

Et kafalı: Akılsız, anlayışı az, kavrayışı kıt olan.

Etliye sütlüye karışmamak: Kendini alâkadar etmeyen meselelerden, toplumu derinden etkileyen olaylardan uzak durmak, kaçınmak ve hiçbiriyle ilgilenmemek.

Etrafında dört dönmek: İstediğini elde etmek amacıyla bir kimsenin, bir şeyin yanından ayrılmamak, ona aşırı ilgi göstermek.

Et tırnak olmak: Sıkı bir ilişkiye girmek, birbirinden kopmamak.

Ettiğini bulmak: Yaptığı bir kötülüğün cezasını görmek.

Ev açmak: Ayrı bir eve çıkmak, yerleşmek.

Evde kalmak: Yaşı ilerleyen kızın evlenememesi.

Evdeki hesap çarşıya uymamak: Önceden tasarlanan, düşünülen bir iş umulduğu gibi gitmemek, başka bir yönde gelişmek.

Evlât acısı gibi içine çökmek: Kaybettiği bir şey için çok üzülmek.

Eyere de gelir semere de: Her işe uyar, her işe yarar, ince işler için de kaba işler için de kullanılabilir.

Eyüp sabrı: Peygamberlerden Hz. Eyyub` un başına gelen hastalığa sabredip, bundan dolayı şikâyet etmemesi; güçlük ve üzüntülere, hastalığa karşı sabretmesinden hareketle, en ağır ve sürekli üzüntülerden bile yakınmayanın büyük ve uzun sabrını anlatmak için kullanılır.

Eyvallah demek: 1. Razı olmak, kabul etmek. 2. Ayrılırken “Allah`a ısmarladık” anlamında kullanılır.

Eyvallah etmemek: Minnet altına girip boyun eğmemek.

Ezbere iş görmek: İncelemeden, özenmeden, gerekli olan bilgiyi almadan, gelişi güzel iş yapmak.

Ezilip büzülmek: Güç bir duruma düştüğünü, utandığını, sıkıldığını davranışlarıyla belli etmek

1-2-3-4-5-6-7-8-9-SoN

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol